Köşe Yazıları

Laiklik Adına Vicdanın İnfazı

Laiklik Adına Vicdanın İnfazı

Bir ülkede laiklik, inançların kamusal alandan kovulması değil; devletin, farklı inançlara ve inançsızlıklara eşit mesafede durmasıdır. Ne var ki son günlerde İzmir Barosu’nun, görevini ifa ederken namaz arası veren bir hâkimi “laikliğe aykırı” davrandığı gerekçesiyle şikâyet etmesi, bu temel ilkenin bilinçli ya da bilinçsiz biçimde ters yüz edildiğini gösteriyor.

Ortada hukuka aykırı bir karar yok, yargılamayı aksatan bir keyfilik yok, taraflardan birine ayrıcalık tanındığına dair en küçük bir emare yok. Buna rağmen bir vicdan molası, bir inanç pratiği, adeta anayasal bir suçmuş gibi hedefe konuluyor.

Laiklik, devletin dini denetlemesi ya da bastırması değildir. Laiklik, devlet gücünün herhangi bir inancı üstün kılmamasıdır. Bir hâkimin namaz kılması, kararını ayetlerle gerekçelendirmesi anlamına gelmediği gibi; hukuk normlarını askıya aldığına da delil teşkil etmez.

Yargıcın tarafsızlığı, inancını taşıyıp taşımadığıyla değil; kararlarını hangi normlara dayandırdığıyla ölçülür. Bugün Avrupa’nın birçok laik hukuk devletinde hâkimler, savcılar, kamu görevlileri inançlarını yaşar; kimse bunu laikliğe tehdit saymaz. Çünkü tehdit olan inanç değil, inancın hukukun yerine ikame edilmesidir.

İzmir Barosu’nun bu tutumu ise laikliği özgürlüklerin teminatı olmaktan çıkarıp bir yasaklar ideolojisine dönüştürme riskini barındırıyor. Barolar, tarihsel olarak hak ve özgürlüklerin savunucusu olmuştur; bireyin devlete karşı sığınağıdır.

Bugün ise bir baronun, bireysel bir inanç pratiğini hedef alarak disiplin sopasını göstermesi, savunulması gereken özgürlük alanını bizzat daraltması anlamına geliyor.

Bu şikâyet, yargının tarafsızlığını savunma iddiası altında yargıcın özel alanına ideolojik bir baskı kurma girişimidir. Baroların görevi, hukukun üstünlüğünü korumaktır; hâkimlerin ibadet takvimini izlemek değildir. İnancı görünür olduğu anda sorun hâline getiren bu anlayış, laikliği özgürlük ilkesi olmaktan çıkarıp bir yasaklar kataloğuna dönüştürmektedir.

Asıl tehlike ise burada başlar. Bugün namaz arası veren hâkimi hedef alan zihniyet, yarın oruç tutanı, öbür gün inancını açıkça ifade edeni sorunlu ilan eder. Bu çizginin sonu laiklik değil, otoriterliktir. Çünkü laiklik, farklı inançların bir arada var olabilmesini güvence altına alır; tek tip, inançsızlaştırılmış bir kamusal alan yaratmayı değil.

İzmir Barosu’nun bu çıkışı, hukuki bir hassasiyetten çok ideolojik bir sadakat gösterisi izlenimi vermektedir. Hukukun gerçek sorunları karşısında sessiz kalanların, bir hâkimin ibadetine karşı bu denli yüksek sesle konuşması, laiklik savunusu değil, seçici bir hassasiyettir.

Laikliği gerçekten savunmak isteyenler şunu kabul etmek zorundadır: İnancıyla barışık bireylerin var olduğu bir kamusal alan, laikliğe tehdit değil; onun doğal sonucudur. Tehdit olan, laikliği bireylerin vicdanına müdahale etmenin meşru gerekçesi hâline getiren bu yasakçı zihniyettir.

Bugün savunulması gereken, bir hâkimin namaz arası değil; hukukun ideolojik alarm düğmesine dönüşmesini engelleyecek akıl ve cesarettir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu